16 Eylül 2010 Perşembe

Türkiye'den Nefret Etme Sebepleri 1 : Tek Tip Askerlik

Birazcık toplumsal ve sosyal konularda yazayım dedim, aslında Türkiye'nin nefret edilesi o kadar çok şeyi var ki tek tek yazmaya kalksam yıllar tutar ama son zamanlarda konuşulan 1-2 şeyden bahsedeyim dedim.

Biliyorsunuz genelkurmay başkanlığına Işık Koşaner geldiğinden beri "Tek tip askerlik"  kafalarda var. Nedir bu? Teoride Üniversite mezunuyla, üniversite mezunu olmayanı eşitlemek.

Görünürde doğru gibi vakat olay aslında, askere para ödemek istemeyen Türkiye her vatandaşa ayda cüzi bir miktar ödeyip, 1-2 ay verilen eğitimle asker yaparak ya bedavaya işinden gücünden alıkoyacak ya da daha da kötüsü 9 aylığına amatörce verilen eğitimle G.Doğu'ya sürüp "yok yere" telef olmasına neden olacak.

Profesyonel orduya neden geçilinmiyor diye sorulduğunda Işık Koşaner, "Mehmetçik yeter de artar bile" gibi akla mantığa uymayan bir açıklama yapmıştı.



Tabi anasını satayım 10000 tane profesyonel düzenli maaş alan adam almak yerine bir milyon  tane askeri eğitimden yoksun adamı daha da ucuza iş gücünden mahrum etme pahasına kullanmak daha kolay. Sonra şehit haberleri geldiğinde, "şehitler ölmez vatan bölünmez" , "her Türk asker doğar". Halkı askerlikten soğutmak suç olduğundan ötürü ağır konuşamıyorum ama anlıyorsunuzdur içimden ne düşündüğümü. Şu yasa geçene kadar koşa koşa askere gitmeye hazır birisiydim fakat kendi kendilerine beni ve bir çok kişiyi askerlikten soğutmayı başardılar.

Sırf 3-5 oy uğruna insanları mağdur etmek, sırf 3-5 kuruş kar etmek için profesyonelleşmeyip, 3 kuruşa insanlarımızı yitip gitmesine sebep olmak. Gerçekten üzücü, umarım yanılırım.

14 Eylül 2010 Salı

Monopoly Türkiye

Uzun zamandır yazmıyordum, taze düşmüş bir haberle geri döneyim istedim. Hepimizin bildiği çok sevdiği Monopoly'nin Türkiye illerini barındıran versiyonu çıkmış. Oyunda 22 tane ilin olduğu bir platformda bu illeri satın alıp oralara ev otel gibi şeyler kurup zengin olmaya çalışıyorsunuz.

Fakat ilginç olan internet oylarıyla belirlenen bir oylama sonucu en çok oyu alan Giresun'un bu sayede en değerli il oluşu. Yani İstanbul versiyonunun Yeniköy'ü Türkiye versiyonunda Giresun oldu. Hemşehrilerim çok çalışıp Giresun'u başa koymuş helal be.

2. sırada İstanbul'un olduğu oyunda, Ankara 6., Adana, Bursa, Antalya gibi büyük şehirler de son 3 sıradan anca yer bulabilmişler. Karadeniz Bölgesinden ise Giresun, Trabzon, Rize, Ordu, Samsun, Çorum, Kastamonu illeri oyunda yer almayı başarmış.

Kaynak: Milliyet

RainyMood Dot Com

Sonbaharın geldiği şu günlerde yağmuru dinlemek için yağmurun yağmasına gerek yok, rainymood var. İşte site: http://www.rainymood.com , benim gibi yağmurseverler için güzel bir şey.

15 Ağustos 2010 Pazar

Neler Oluyor Bu Blog Olaylarında

Bugün blog'a bağlanıp ne olup bittiğine bakayım dedim. mailimi şifremi falan yazıp girdim, google bana kuraldışı şeyler yaptığınızı tespit ettik, hesabınızı doğrulamak için telefonunuzu gönderin falan fişman dedi, ben de daha önce de verdiğim için vermekte bir sakınca görmedim ve hesabımı zor da geri açtırabildim.

Neden olduğunu bilmediğim bir şeyden ötürü mail hesabımı dondurdular, sonra açtırdıktan sonra gördüğüm şey beni şaşırttı, blogun takipçilerin içinde kendim de vardı, halbuki ben böyle bir şey yapmadım. Profil resmim ve ismim de değişmiş.

Şimdi merak ettiğim biri benim şimdi şifremi öğrenip de mi böyle saçmalıklar yaptı, yoksa Google mı bunun sorumlusu yoksa benim farkında olmadığım 2. bir kişiliğim var da o mu benden habersiz bunu gerçekleştirdi. Anlayan beri gelsin yahu???

13 Ağustos 2010 Cuma

Kurtuluş Yolu

Şu gazete küpürüne iyi bakmanızı öneriyorum. Yazı karakterinden bunun Vatan olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. Fakat Orijinal Adı ve yazının solundaki resme dikkat. Empire: Total War adlı oyunun kapak resmi Sega, Creativeliy Assembly hatta sol üstte PC DVD kısmı rahatlıkla okunabiliyor.

Herhalde Google'a Empire yazıp çıkan ilk sonucu koymak gibi bir şeye başvurmuş koskoca gazete ne diyeyim. (Ara: Akıl Fikir)

Ramazanda prim yapmak

Bugünlerde başlayan ve maalesef her sene tekrar eden bir rahatsızlığımı paylaşmak istiyorum. Yılların orospuları olarak tanımlayabileceğim, vasıfsız, niteliksiz ve sadece vücutlarıyla bugünlere gelebilmiş kişilerin ramazan ayında Kabe üzerinden, din üzerinden, peygamber üzerinden para kazanmalarına artık tahammül edemiyorum. İnanan insanlar için mühim bir zaman dilimi. İnsanlar yeni bir şeyler öğrenmek, bu konular üzerine bir şeyler dinlemek istiyorlar pek ala. Programlar yapılsın da, bu primler nedir? Üstüne üstlük haberler de saçma bu programlarda, peygamberin saklandığı mağaraya yuva yapan güvercinlerin nesli hala orada yaşıyormuş. Bunun neresi enteresan? Haber değeri nedir? Dikkatle izlemeye devam edeceğim.

12 Ağustos 2010 Perşembe

Atatürk'ün Gerçek Sesi


Bugün televizyonda CNN Türk kanalında izlediğim bir haberle ilgili konuşacağım. Haberin konusu arşivlerin açılması, daha doğrusu üzerinden belli bir süre geçmesi gerekiyor açılması için yasal olarak ve o süre de dolmuş. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik spikerin sorularını yanıtladı, aşağıda haberin videosunu da paylaştım.

http://video.cnnturk.com/2010/haber/8/12/o-ses-ataturkun-orijinal-sesi-degilmis

Haber heyecan verici; buna göre Atatürk'ün bildiğimiz sesi kayıt hatasından dolayı daha ince ve tiz duyuluyormuş, esasında sesi daha tok ve gürmüş. Tabii daha ses ve video kayıtları henüz yayınlanmadı ama önümüzdeki günlerde eski meclis tutanakları ile eşleştirilip doğru bilgi dahilinde bizlere sunulacak. Yayınlandığı zaman tekrardan video haber koyacağım, şimdilik bu kadar, bekleyip izleyeceğiz.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Bleach: Kurosaki Ichigo vs. 3 Fukutayço

Bleach'teki sevdiğim sahneleri böyle teker teker paylaşayım dedim. İlki buydu hatırlayacağınız, şimdi ise Ichigo'nun 3 tane teğmene karşı çıplak elle yaptığı o efsanevi dövüşü -o ilk izlediğimde beni oturduğum yerden kaldırıp gaza getirmiş o müthiş sahneyi- ve hemen öncesindeki Renji-Rukia-Ichigo komikliklerini içeren video buyrun:

6 Ağustos 2010 Cuma

Lonely Planet

Muhtemelen biliyorsunuzdur ama yine de tanıtmak istedim Lonely Planet'i. Yıılar evvel 2 Avustralyalı hippi tarafından oluşmaya başlayan bir fikrin büyümüş, hatta yaşlanmış hali, kitaplar silsilesi, ya da onların deyimiyle "a must". Gezmeden evvel sırt çantanıza koymanız gereken bir şey gerçekten de. Biraz içeriğinden bahsedeyim.

Kitabın içindekiler kısmına baktığınızda zaten güzel bir şey olduğu anlaşılıyor; gideceğiniz yer hakkında kısa bilgiler, oranın tarihi, görülmesi gereken yerler, konaklama, ulaşım, restaurant-café-bar-pub bilgileri vb. İlk önce harita karşılıyor sizi, acil ihtiyaç durumunda uğranması gereken yerler olan hastaneler, polis istasyonları ve eczaneler ile birlikte marketler ve restaurantlar sıklıkla işaretlenmiş. Daha sonraki sayfalarda kısa tarihi bilgiler var genel olarak. Bölgeleri kafalarına göre gruplamışlar, mesela Türkiye için 6-7 tane bölge var, kuzey, güney, kuzeybatı gibi. Gideceğiniz yere rahat ulaşabilmeniz için farklı renk kartlarıyla ayrılmış sayfalar. Bulduktan sonra gideceğiniz yeri, o sayfada yine kısa bir tarihi bilgi var, ardından da gezilecek yerler sıralanmış daha da detaylı bir haritada belirtilerek. Restaurantların, otellerin vs adresleri, telefonları ve hatta o ülkenin para biriminde fiyat aralıkları da mevcut. Aldığınız kitap muhtemelen 1 ya da 2 yıl önce illa ki güncellenmiş olacağından-yılda bir güncelleniyor- para konusunda farklılık pek olmayacaktır. Ayrıca o ülkede konuşulan dilde sık kullanılan ve yahut oradayken kullanacağınız kelimelerin karşılıkları da mevcut.

Gezmeyi seviyorsanız, dahası gezebiliyorsanız mutlaka alın ve inceleyerek gezin, geze kalın!

Kalecilik Yeteneğinizi Gösterin

Yine bir flash oyun, bu sefer siz bir kalecisiniz-daha doğrusu kalecinin 2 eli- karşınızda bir adam size şut çekiyor siz de onu karşılamaya hatta kurtarmaya çalışıyorsunuz. Her turu geçtiğinizde rakibinizin şutlarını tutmak daha da zor oluyor. Buyrun siz deneyin ben en çok 6. level ve 10bin civarı puan yapabildim.

Varmak

Uzun ya da kısa hemen hemen her yolculuk zevklidir benim için. Yeni bir yerlere gitmek, değişiklik yapmak ve şehirden uzaklaşmak. Hafta sonu kafanızı dinlersiniz ve ertesi hafta yapacağınız işleri daha rahat yaparsınız. Ben de bugün Ankara'ya geldim. Ankara hakkında bir gezi yazısı da yazacağım ilerleyen günlerde, pek sevmesem de arasıra İstanbul'dan uzaklaşıp kafa dinlemek için ideal yerlerden biri. Ne çok şehir, ne de köy. Memur şehri olmasına ve şehrin ruhunu sevmememe rağmen bu seferki gelişim beni rahatlattı. 5 saat süren yolculuk, evinize attığınız adımla birlikte gelen değişiklik. Sanırım varmak kelimesinin karşılığı bu, rahatlamak ve değiştirmek. Yol almış olmak ve tamamlamak. Bugünkü yazımda böyle işte, girip biraz bakınayım dedim bloga, görüşmek üzere.

5 Ağustos 2010 Perşembe

Alışkanlık üzerine

Uzun zamandır bu konu üzerinde duracaktım; fakat notlarımın arasına almadığım için yazmamışım, şimdi aklıma geldi ve yazıyorum bir deneme alışkanlık üzerine.

Diploma Al(ama)mak

El Vocablo del Dia'da bu kelimeyi görünce bu konu hakkında yazasım geldi. Bir lise diploması için 40 lira istemek. Sonra başka okullar 100'den başlıyor istemeye falan fişman diyerek aslında indirim yaptık fikrini yerleştirmeye çalışmak -tabi o okulların hangi tür okullar oldukları mesela bir özel okul olup olmadığı konusunda bir bilgi yok- yani Inception'da bile millet anca üçüncü, dördüncü rüyada fikir yerleştirebilirken müdür yardımcısı resmen ayıkkene bize böyle olduğu fikrini yerleştirdi.

Bu ülkede paran yoksa diplomanı bile alamazsın kardeşim, şikayet filan edeceksin işte o zaman sike sike verecekler ama yapamıyorsun okuluna bunu. Yazık bir de o gün oradan oraya gönderip durmaları daha okul kapanırken okula nasıl  köhne bir bürokrasinin yerleştiğinin göstergesi.

Eee tabi şu an fikir kafama yerleşti o yüzden diğer okullarda -düz liselerde bile- buna yakın bir para istenildiğini zannetmekteyim, bırakın böyle zannedeyim, şimdi x kişisi gelip "Ya, sizi kazıklamışlar olm, biz beleşe aldık diplomaları" derse daha da üzücü olacak.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

ATTİLA İLHAN




2005 in bir sonbahar sabahı bir gazete geçmişti elime. Sürmanşette;

AN GELİR
ATTİLA İLHAN ÖLÜR!

yazıyordu ve ben Attila İlhan'ı büyük dikkatle okumaya o gün başlıyordum.

Baktım, araştırdım, okudum durmadan. Zamanla Divan Edebiyatıyla da ilgilenmeye başlayınca anlayabildim ne kadar büyük bir şair olduğunu. Bir şiirinin bir mısrası üstad Fuzuli'nin bütün aşk şiirlerinin ve hatta Divan Edebiyatında Gül ile Bülbül Şem ü Pervane nin ortaya çıkmasına neden olan düşüncenin özeti gibiydi.

'BEN SANA MECBURUM SEN YOKSUN'

Yine Divan Edebiyatında ki Aşık, Maşuk, Rakip üçlüsünü ne güzel anlatıyordu 'Üçüncü şahsın şiiri' ile. Günümüz kelimeleriyle müthiş imgeler yaratmıştı Divan Edebiyatı'nın kolaycı mazmunlarına isyan edercesine...Hele bir de 'kimi sevsem sensin' vardır ki çoğu Divan şairinin koca divanlarından iyidir bu şiir...

Sonuç olarak; Büyük şair Attila İlhan. Bana göre şairane söyleyişin son temsilcisi hatta. Aşağıya da 'Üçüncü şahsın şiiri' ni koydum belki biraz özlem giderir diye...


üçüncü şahsın şiiri

gözlerin gözlerime değince
felaketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felaketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kus gibi gülerdi
bir rüzgar aklımı alırdı
sessizce bir cigara yakardım
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felaketim olurdu ağlardım

aksamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felaketim olurdu ağlardım

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Fehlleistungen

Sigmund Freud tarafından kullanılmaya başlanmış psikanaliz terimi, Türkçesi edim hatası. Size bu yazımda psikanalizin temel terimlerinden biri olan fehlleistung'tan bahsedeceğim.

Dünya Türk Olsun Hareketi Gerçek Olsa Olabilecekler

Bugün gene bilgisayar ekranına boş boş bakınırken aklıma geldi bu DTO. Harbiden ne ilginçmiş ya, duvarlara bunu yazanların ciddi mi yoksa şaka mı olduklarını hala anlamış değilim. Acaba bu da NAROcu hareket gibi şaka maksatlı bir şey mi? Yoksa gerçekten de Neofaşistçe düşünülmüş her ne kadar gerçekleşeceğini bilseler de böyle düşünenler de var dedirtmek için miydi?

Hem oldu da Dünya Türk oldu, ne ellerine geçecek. İlk aklıma gelenler.


1 Ağustos 2010 Pazar

Murat Kosova Lig TV'de

NTVSpor bir önemli spikerini daha Lig TV(daha doğrusu Digiturk) bünyesine kaptırdı, burada yazdığına göre Murat Kosova, kafa dinlemek için NTV'den istifa etmiş daha sonra da Digiturk'e geçtiği öğrenilmiş.

Açıkçası bunu geç de olsa Ercan Taner'in rövanşı olarak görmekteyim. Digitürk malum artık tüm Süper Lig maçlarını canlı yayınlayacak bu nedenle spikerlere ihtiyacı var açıkçası NTVSpor'un en iyi spikerlerinden birini kaptı.

Dünya Basketbol Şampiyonası öncesi NTVSpor'un bu kaybı telafi edilmesi zor görünmekteyken, Digitürk ise hem Süper Lig maçlarını hem Euroleague maçlarını hem de o "İşte Premier Lig bu" nidasıyla anlattığı Premier Lig'i anlatacak. Digitürk'ü bu transferi için tebrik ederken NTVSpor'un ise derhal bir iki önemli spiker ve sunucu transfer etmelerini diliyorum, yoksa Burcu Esmersoy gibi antipatiklerle gittikçe kan kaybedecekler.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Koleksiyonculuk

Değersiz gibi görünen ya da cidden değerli olan şeylerin biriktirilmesi, saklanması ve özen gösterilmesi. Efendim öncelikle dolabımı boşaltırken bulduğum bira kapaklarım bugünkü konumu oluşturdu, bir çuval kapağım var ve özenle saklıyorum. Bu yazımda da sizlere koleksiyonculuğun mantığını ve kültürünü anlatacağım.

Türk Spor Basını 2

Buradan devam bu sefer hepinizin bildiği bir fotomontaj harikasını göstereceğim.

Fotospor'un 2006 Dünya Kupası sırasında çıktığını düşündüğüm haberi.

Şimdi ise bu resimlere bakmanızı öneriyorum.




















Keşke dedikleri gibi Sporseverin "Dürüst" gazetesi olsalarmış.

Merak Ediyorum


-Vurdulu kırdılı bir filmi ve tabi vazgeçilmezi olan kahramanımızın yaptığı manyak psikopat hareketleri izledikten sonra evde deneyen çocuklar kaldı mı ? Merak ediyorum.

-Neden kamyoncular kamyonuna yazı yazmak istiyorlar ? Merak ediyorum. Yani çok mu pis dalga geçerler(çok pis dalga geçmek) arkadaşları ,yazı yazmayan adamla kanun mu lan bu !

-Halı kenarına, paspas kenarına, eskimiş yolluklara overlok çekilir. Hatırladınız değil mi ? Niye Türkiye'nin her yerinde bu çirkin sesli kadın seslendiriyor bu güzelim sloganı. Merak ediyorum .

-Öğretmenlikte atama olmadığı halde hala , inadına öğretmenlik okuyanların düşünce yapısını merak ediyorum . (Tamam kutsal meslek de hocam Türkiye 'de kutsal falan dinlemiyorlar.)

-Güneş gözlüğü takarken neden kendimiz tedirgin hissediyoruz ? Merak etmiyorum amk. (Gerçi bir süre sonra geçiyor ama ilk başlarda yoksa apaçi miyim lan ben diye geçirmişsinizdir içinizden.)

-''Kız mesenesi versene lan vardır sende.'' Ömrümü yediniz lan bir zamanlar ipneler (haykırış var burada) . Ya siz burda msn adresi isteyen kişisinizdir ya da istenen. Kesinlikle belirli bir yaş aralığında olan erkekler yaşamıştır bunu.

-İleride sigara bırakma merkezleri gibi facebook hesabı kapatma ve bidaha da hiç açmama yardım dernekleri olcak mı ? Neden kapatamıyorum neden kölesi oldum bu facebook'un Allah'ım

-Playstation 3 , pes 2009 , kafa dengi bir adam ve çerezi reddedebilecek erkek var mıdır merak ediyorum ?

Türk Spor Basını

 Biri Anadolu yakası, diğeri Avrupa yakasında aynı gün çıkmış iki farklı Fotomaç gazetesi, aynı gazete, sadece basıldıkları yerler farklı fakat birinin ak dediğine diğeri kara demiş.

İşte Spor Basınının (hatta Basınımızın genelinin) halini özetleyen bir tablo. Oraya Fotomaç'ı çıkar Fotogol'ü koy onu çıkar Fotospor'u onu çıkar Fanatik'i koy hepsi birbirinin aynısı.

Keşke 16 sayfa "İddaa" eki vereceklerine asıl yapmaları  gereken şeyi yani gazeteciliği doğru yapsalarmış ne diyeyim.

Bu siyasetçilerin hepsi mi komik olur be kardeşim?!!






Neyse neyse, aşağıdaki yazı hiç bir siyasi düşünceye taraf olmak amacıyla yazılmamıştır. Zaten şahsım bir daha hiç bir şekilde siyasi karakterler içeren bir yazı yazmayacaktır.

Geçen Kılıçdaroğlu'nun bir konuşmasına denk geldim bir televizyon kanalında. Yer kayısı memleketi Malatya.

Kılıçdaroğlu sordu halka;
"Peki bu anayasa kayısı üreticisinin haklarını savunuyor mu?"

Halk bağırdı:

HAYIR!!

Bir terslik vardı bu işte. Anayasa denilen şeyle kayısının ne alakası vardı. Kılıçdaroğlu bunu bilmiyor olmalıydı.(yoksa halkı kandırmak amacı gütmüş olurdu, halbuki bizim iktidarımızdan muhalefetimize bütün siyasetçilerimiz çok dürüst değiller miydi?)

Bende oturdum Kılıçdaroğluna özel bir 'kayısı' anayasası(!) hazırladım. Aşağıya da maddelerini koydum.

madde1: türkiye devleti bir kayısı cumhuriyetidir.

madde2:türkiye cumhuriyeti toplumun huzuru, milli dayanışmave adalet anlayışı içinde kayısı üreticisi haklarına saygılı atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik,* ve sosyal bir hukuk devletidir...

madde4: ilk 3 madde değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.*
madde9: yargı yetkisi türk milleti adına bağımsız kayısı üreticilerinindir.

madde16: temel hak ve hürriyetler yabancılar için, milletler arası hukuka uygun olarak sınırlandırılabilir.

(kayısı üreticileri yabancıysa daha da sınırlandırılır güzel ülkemin kayısı üreticilerinin suyu mu çıktı)

madde 37: hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. kayısı üreticileri malatyada kurulan bağımsız kayısı mahkemesinde yargılanır.

madde64: devlet sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur her kayısı üreticisi bir sanatçıdır.

madde80: türkiye büyük millet meclisi üyeleri bütün milletin temsilcisidir. kayısı üreticileri malatya ihtiyar heyeti tarafından temsil edilir.


Oldu mu bilmiyorum. Galiba biraz daha çalışmalıyım üzerinde.

Sözün özü; Bu yazının amacı sadece eğlencedir. Devletin şekline yönetimine ve milli değerlere bir kasıt yoktur. Kılıçdaroğlu karşıtlığı da yoktur. Akp yandaşlığı yoktur. Yaftalamaya hayran okurlar içinde söyleyeyim benim için Tayyip ile Kılıçdaroğlu arasında en ufak bir farkta yoktur. Siyasetçiler söyledikleri laflara dikkat etmelilerdir...

Feudalism 2

Bu ara çok online flash oyunlarına sardım, önce Swords and Sandals şimdi ise bu. Yalnız bu oyun feci bağımlılık yaptı, ordu kur, savaş kale al falan tavsiye ederim.

Şimdi birazcık da bu oyunu tanıtayım. Oyun Mount&Blade'in flash versiyonu diyebilirim. Oyunun başında bir karakter yaratıyorsunuz, ama öyle tipini mipini ayarlama yok, sadece bağlı bulunduğu ülkeyi ve skillerini veriyorsunuz skill vermek zor derseniz hazır karakterler var onlardan birini seçin ve oyuna başlayın.

30 Temmuz 2010 Cuma

Escritos Gratis - 2

Bu yazımla arayı pek soğutmayalım değil mi?

Aslında böyle bir yazı yazmamın amacını ben de bilmiyorum ne yani, günlük mü bu şimdi yoksa başımdan geçenleri anlatıp millete "vay be ne hayatı varmış" mı dedirtmek, bilmiyorum bildiğim tek şey yazıyor olmam.

Bugün de benim için diğerlerinden pek farklı geçmedi, yaklaşık 4-5 saat kadar Feudalism 2 oynadım Far-East Empireın bir neferi olarak tüm Dünya'yı ele geçirdim bi tek kendi ülkemin başkentini alamadım. 4-5 kere deneyip beceremeyince kapattım. Sonra ha Bleach'in yeni manga bölümü çıkmıştır deyip okudum, ve evet çok sürprizli bitti. (sürpriz deyince hemen belirteyim sürpriz'i "süpriz" şeklinde yazanı ıslak odunla kovalayasım var, kaç yaşına gelmişsin bir r ile p'den hangisinin önce geldiğini bilmiyorsan hiç bir şey yazma)  Ama Spoilerı Çarşambadan öğrendiğim için, o kadar şaşırmadım tabi, bi de Bleach deyince evet sitede bir anime-manga bölümü var, ama Bleach oraya sığmayacak kadar geniş ve aktif bir seri o yüzden onun için ayrı bir bölüm açarım Pugnax kızmazsa. -ehehe-

Neyse şu an ABBA'nın Money Money Money'i odamda yankılanmakta ve bu bana ne kadar paraya ihtiyacım olduğunu hatırlattı, en kısa sürede para kazanmak istiyorum ama tembellikten şuraya 3-4 tane arka arkaya yazı bile yazamıyorum. (Bu arada yazı yazarken eski yazılarımın linki verip onları hatırlatmaya bayılıyorum :D)

Facebook'da da bir atraksiyon yok, ne bir kavga ne bir insanların birbirlerine aşırı sevgi gösterisi falan Cuma günü olmasına rağmen çok sıkıcı.

Ya şöyle vurdulu kırdılı veya sürpriz (bak gene kullandım bu kelimeyi) sonlu bir film söyleyin güzel de onu izleyek bari veya durun ben kendim bulurum bir şeyler.

Hadi bitti yazı dağılın şimdi, ankette oy kullanmayı unutmayın. :)

Facebook üzerine

Geçenlerde izlediğim bir haber ile birlikte bu gereksiz şey üzerine bir kez daha düşünmeye karar verdim, nedir bu şey, neden bu kadar gerekli hissettiriyor kendini insanlara ve neden üye olan herkes bir ihtiyaçmışçasına fırsat buldukça giriyor?

Geleceğe Dönüş Ağustos'ta TV8'de

TV8, sloganının-İyi Televizyon- hakkını veriyor gerçekten, Avrupa, Uzakdoğu, G.Amerika ve hatta Hollywood'un iyi örneklerini ekrana getiren kanal, Ağustos ayında efsane film serisi Back to the Future (Geleceğe Dönüş)'ü vereceğini açıkladı.

Hangi günler yayınlanacağı konusunda bir bilgiye ulaşamadım o yüzden burada paylaşamıyorum, ama açıklanır en kısa sürede herhalde.

Tabi en çok merak ettiğim hangi dublajlı versiyonu yayınlanacak, hepimizin en iyi bildiği Marty'i Yekta Kopan'ın seslendirdiği versiyon, bi tane Kanal 1'de yayınlanmış bir dublaj var (maalesef orada kim seslendirme yapmış bilmiyorum), TRT versiyonu varmış Doktor'u Rüştü Asyalı falan seslendirmiş onu hiç izlemedim) bi de ekşi'de yazdığına göre Marty'i Mehmet Ali Erbil'in seslendirdiği bir versiyon varmış belki o da olabilir. (sharebus'da varmış bu versiyonu acaba indirsem mi)


Neyse klişe ama izlemişler (benim gibi 85 kere bile olsa) yeniden izlemeli, izlememişler (varsa öyle birileri) derhal izlemeliler.

Anket Şeysi - 1

Bundan sonra biz de nasıl Uçankuş'un yaptığı anketlerle Türk halkının beğenisini gözler önüne koyması gibi bir takım anketler koyup blogumuzu takip edenlerin beğenisini ortaya koyacağız.

Ha bunun kime ne faydası var tartışılır tabi maksat "aa acaba kimse bizim anketi oylamış mı lan" diye bakıp kendimize meşgale çıkarmak.

İlk anketle başladık efenim, Hangi Sosyal Paylaşım Sitesi ilk anketimiz, sonuçlar hurriyet.com.tr'de bizim sitemizde açıklanacaktır. İnci filan zikertmese bari anketimizi hadin iyi oylar....

29 Temmuz 2010 Perşembe

Swords and Sandals 2

Yoo hayır, başlığa bakarak Sword and Sandal filmlerinden bahsedeceğimi düşünmeyin, aslında çok sevdiğim bir film türü olmasına rağmen daha sonra bahsederim ondan, ben sadece bu addaki bir flash oyununu tanıtıcam.

SaS 2 bir gladyatör olduğun ve diğer gladyatörlerle savaşıp level atladığın bir tur tabanlı flash oyun. Flash oyun dediğime bakmayın gayet detaylı ve kanlı bir oyun bu. Amaç tecrübe kazanıp, yeni silah, zırh büyüler elde edip arenaların kralı olmak.



Basit gibi görünse de hiç kolay değil, rakibe göre stratejiler üretip, doğru zamanda doğru şekilde saldırmak oyunun en önemli prensibi.

Anlatmak gereksiz en iyisi size oyunun oynanacağı linki vereyim de kendiniz görün. Buyrun fakat oyun burada demo, internette aratarak full versiyonu bulunabilir.

Ayrıca beğenen yine aynı firmanın yaptığı Swords and Sandals'ın diğer versiyonlarını da oynayabilir, tavsiyem Crusade'i ve 3'ü oynamanız.

Freddie Hubbard üzerine

Dikkat ettim de günün şarkısı bölümüne yazıyoruz bir haftadan beri ama oradaki şarkı/sanatçı hakkında bir yorum yapmamışız. Bugün Freddie Hubbard'a değineyim istedim. Kısaca anlatmak gerekirse 2 yıl önce aramızdan ayrılmış olan ünlü bir trompetçidir kendileri. Aşırı uç tarzlarda çalmamış olsa da trompeti ile -bilhassa konserlerde- attığı sololar gerçekten hayranlık uyandırır. Caz ile ilginenen her kişi mutlaka dinlemiş olsa da bir iki albüm ve parça adı yazayım, daha sonra ayrıntılı olarak inceleriz.

Birkaç albüm: Keep Your Soul Together, Hub Tones, Hub Cap, Blacklash, Open Sesame

Birkaç parça: Brigitte, Plexus, First Light, Mirrors, Far Away, Luana, Open Sesame, But Beautiful, Minor Mishap, Spirits of Trane, Lex, Apothegm, Birdlike, Povo, In a Mist, The Godfather

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Sabah kahvesi

Benim için sabah olan bu saatlerde günün ilk kahvesi anlamına gelir sabah kahvesi... Öncelikle uyanmanız gerekir, hafif bir mahmurluk da olmalı üstünüzde ama. Sizin için hazırlamışsa kahvenizi o ve eğer sert de yapmışsa tam da sevdiğiniz gibi, harikadır bu kahve. Olmadı kalkıp siz yaparsınız ona ve tabi ki kendinize. Yatağın bir ucunda siz, diğer ucunda o. Başlarsınız sohbete ve yahut sessizliğe, anın bozulmak zorunda oluşuna aldırmayarak. Belki o gün yapacaklarınızdan bahsedersiniz, belki de kahveyi eleştirirsiniz... O gelir, yine de güzel olmamış mı diye sorar, siz hayır dersiniz ve üzülür ve siz teselli edersiniz ve o kalkıp giyinir. Ben çıkıyorum der, bir yudum daha alırsınız siz ve izlersiniz anı, hareket anlamsızlaşır, sanki bir sürü fotoğraf ardı ardına çekilmiş gibi. Gitme demezsiniz, zaten o da gitmez, blöf yapacak kadar kurnaz değildir, saftır da hatta ve siz bu özelliğini sevip sevmediğinizi dahi bilmezsiniz, ne de olsa kahve bitmedi hala... Giyindikten sonra kahvesine devam eder, sert olmuş deyip bir sigara yakar. Evden çıkmak istemiyorum bugün dersiniz, müzik dinleyelim mi? Halbuki elinizde sadece birkaç plak vardır Coltrane'den ve o da bunu sevmez, dahası bilirsiniz de sevmediğini. Bencilsinizdir çok, kahveniz kadar yalnız, bir o kadar sert ve acı. O da bilir bunu, kendine sorar bu kahve neden bu kadar sert olmuş diye. My favorite things başlar çalmaya, evden çıkmak istemiyordum, ya sen? Ben isteksizdim-hayır yani herhangi bir şey istemiyordum- ya da isteyemeyecek kadar beceriksizdim. Kahvesini bitirdiğinde Coltrane çalıyordu hala his favorite things, son olarak çizmelerini de giydi, sabah kahvem de böyle bitti.

Escritos Gratis - 1

Ne yazsam ne etsem diye düşünürken, kendimce bir boşbeleş yazı dizisi hazırlayayım dedim. Adını da sırf hava olsun diye Escritos Gratis (Serbest Yazılar) yaptım. Tamamiyle Google translate'ten yaptım bu ifade hoşuma gitti.

Saat olmuş 01.15,  (muhtemelen bu yazı bittiğinde saat 01.30'u geçer diye tahmin ediyorum). 2-3 saat önce Bleach'in 281. bölümünü seyredip, az biraz hüzünlenmişim (haftaya muhtemelen Primera beni ağlatacaktır hemen mendil stokuna başlamalıyım)

Bir yanda MSN'de Pugnaxla geyik falan, -geyik dediğime de bakmayın öyle o beni kızdırıyor ben kızıyorum, sonra küfürü kalayı basıyorum, gülüşülüyor sonra yenisi başlıyor böyle böyle bir devridaim söz konusu- Çeviri grubundaki editörümle iş konuşması (gecenin bu saatinde!),

Diğer yanda ise Facebook'ta milletin profillerini dikizlemem, "Lan kim kiminle şeediyor, kim kiminle kafga ediyo du baham ne fotolar paylaşmışlar, azından mı öpmüş-sonuncusu arak oldu kabul ediyorum-" gibi gayet gereksiz ötesi düşüncelere kapılmak.

Aslında, okunmak için şuraya bol aşklı meşkli bir yazı döşemek var da hiç havamda değilim. Zaten girizgah olsun diye yazmaya gayret ediyorum fakat şu kelimeleri okuyan kimse olmamıştır kesin "bu ne şabalakça bir yazı" deyip çoktan sağ üst köşedeki x'e basıp gitmiştir. Sağlık olsun. Adios

27 Temmuz 2010 Salı

Wanted - Dead or Alive (Blog Yazarı - Kardeş Bloglar)

Evet, arkadaşlar başlığı öyle abukça açtığıma bakmayın, bu aralar çok One Piece seyrettiğimden oldu o biraz.

Espada et Pugnax olarak açılım yapıp (zaten bu açılımlar da moda oldu bi tane de biz yapalım yani) , yazar alınımına gitmeye karar verdik. Henüz çok büyük ve kapsamlı olmadığımız için alacağımız kişi sayısı sınırlı olacak Bunu yapmaktaki amacımız hem düşüncelerini özgürce paylaşabilme fırsatı verme hem de blogumuzdaki konu çeşitliğine farklı kişileri de ekleyerek daha da arttırabilmektir. Şimdi aradığımız şartları yazayım.

Ayrıca sadece blog yazarları değil, takip ettiğimiz bloglar-sitelere e de ekleyecek kardeş bloglar da arıyoruz. Bir nevi link değişimi gibi bir şey, onun da şartlarını yazayım devamında...







Tarlabaşı



İstanbul'un sevilmeyen çocuğudur Tarlabaşı.İsmi geçtiğinde hep şüpheyle bakılır bu semte ki bakanlarda çok haklıdır.Size bu çocuktan bahsetmek istiyorum.Ablamın evi oradaydı ki her hafta sonu ziyaretine giderdik.Sokaktan içeriye girildiğinde burnunuzu rahatsız edici midye kokusu gözünüzü de iki bina arasına asılan çamaşırlar işgal eder.Dikkatinizi topladığınızda üstüne gelen arabadan hiç korkmayan çocuklar,oranın yerlisi olmuş kadar olan aynı zamanda çok rahat olan siyahiler ,üstünüze düşecek diye korktuğunuz binalar ,midye ayıklayan genç kızlar,karşılıklı sandalyelere oturmuş çoğunlukla kirli sakallı abiler ,sakalsız amcalar ,köşelerde yatan köpekler zihninizi meşgul etmeye başlar .Buranın binaları genellikle beş katlı her bir katta da bir daire (daire dediğime bakmayın 2 odadır çoğu) vardır.Çöp konteynırı çok az vardır burada ve insanlar konteynıra kadar gitmez direkt fransız balkonundan atar çöpünü.Hatta her binada yazar buraya çöp atanın anasını ...Dış işlerinde bağlı iç işlerinde neler olduğu bilinmeyendir.Hemen 200 metre yukarısındaki cadde perukçularla,erotik shoplarla doludur.Önündeki kaldırımlarda travestiler fink atar ki laf atmamanızı tavsiye ederim.500 metre yukarısındaki İstiklal caddesiyle olan her türlü farklılığı dikkatinizi hemen çeker.Buranın etnik kökeni çok çeşitlidir.Çingenesi ,kürdü,siyahisi var anam var.Geceleri torbacılar, travestiler,hırsızlar işbaşı yapar kavgaları eksik olmaz.Sabahları seyyar poğaçacılar geçer,taze poğaçalarım var diye bağırır, bayat poğaçalar satılır.Şimdilerde kentsel dönüşüm projesi altında binalar yıkılıp aralarına çamaşır asılamayan modern! binalar yapılacak.Öyle gerek görmüşler.Eşkiya filmi de burda çevrilmişti izlemişseniz hatırlarsınız.Kısacası hep yerinde sayar, hiç büyüyemez bu sevilmeyen çocuk göze hoş gelmez bir türlü.Kendi yağıyla kavrulur .Özünü kaybetmeden gelişmesi dileğiyle.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Yıllardır Aradığım Şarkıyı Buldum

Valla şu şarkıyı ilk olarak Dikkat Şahan Çıkabilir'de Engin Jurnal ile 19.08 Ana Haber'de duyduğumdan beri sürekli merak etmişimdir, daha sonra PES 5'te bu şarkıyı duydum ama orada da ismini bulamadım

Geçen gün NTV'de Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş'ın Avrupa maçlarının tanıtımında da bu şarkının kullanıldığını duydum ve bir araştırma yapayım dedim sonunda ismini buldum. Meğer bu şarkı FOX'un Amerikan Futbolu programlarının jeneriğinde veya tanıtımında kullanılan bir şeymiş. Hemen vakit kaybetmeden size de dinleteyim bakalım tanıdık gelecek mi?

25 Temmuz 2010 Pazar

Street Fighter x Tekken

Sonunda Arcade dünyasının iki kralı, Street Fighter ve Tekken serileri karakterlerinin beraber yer aldığı bir oyun duyuruldu. Oyunun ismi Street Fighter x Tekken olacak. Oyunu geliştiren firma SF'yi çıkaran firma yani Capcom olacağı için oyun Street Fighter 4'in grafiklerine benzer bir şekilde ve 2d olarak tasarlanacak.

Kişisel görüşüm Capcom'un o cafcaflı grafikleri Namco karakterleri için biraz ilginç olacak. Daha önce SNK vs Capcom ve Marvel vs Capcom denemeleri olmuştu. (Hatta bu yılın sonlarına doğru Marvel vs Capcom 3'ün gelmesi bekleniyor)

French Press nasıl yapılır?

Efendim öncelikle french press dediğimiz resimdeki gibi bir alettir, manuel-elle- çalışır. Kahve yapmanın en güzel ve zevkli yollarından biridir.

İhtiyacınız olan malzemeler:
1 adet french press
yeteri kadar orta çekilmiş kahve
sıcak su
1 adet tahta kaşık



Blog'a yazmak

Esasında ikimizin de kafasında vardı bu fikir uzun süreden beri değil mi espada? Sen sokmuştun benim aklıma ve benim de aklıma yatmıştı, yazacaktık işte kafamıza eseni. Esti de baya, yavaş yavaş artıyor yazdıklarımız. Bu artış devam ederken ben de bloga yazı yazmak hakkında sesli düşüneyim dedim, düşünmek isteyen buyursun içeriye.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Bleach; Espada Ulquiorra: "Benimle Gel, Kadın!!"

Her izlediğimde tüylerimi diken diken eden Bleach'teki efsane sahnelerden biri. Başrollerde Cuatro Espada Ulquiorra Cifer karşısında ağlak kadın Orihime Inoue

Datça üzerine

Gezi yazılarıma en kötüsünden başlıyorum, Datça ile...

Efendim öncelikle Datça hakkında bir iki bilgi vermem lazım gelir ki ben de öyle yapacağım. Datça Türkiye'nin en güney-batı ucunda yer alan bir yerleşim yeridir.Hem Ege ile hem de Akdeniz ile kıyısı olan bu yerde güzel manzara bulmanız olasıdır.

Sonunda Google Amca Bizi Kabul Etti

Evet yanda da gördüğünüz gibi artık Google'a "espada et pugnax" hatta sadece "espada pugnax" yazdığınızda bile karşınıza çıkacak ilk site bizimki olmaktadır. Google'a ekledikten bir süre sonra sadece "espadaetpugnax" yazınca çıkan sitemiz artık "espada pugnax" yazınca çıkmayı başarmıştır. Bu başarımızı şu an meyveli soda içerek kutlamaktayım. Şerefe...

Kuzeyin Korkunç Savaşçısı : "BERSERKER"

Eğer, bir gün zaman makinası filan icat edilir de birisi bana "Eski çağlara dönüp bir savaşçı olma fırsatı sana sunuyorum, ne olmak istersin?" gibi bir soru sorarsa herhalde vereceğim yanıt "Berserker" olmaktır.

Pugnax'ın Bu yazısında İskandinavya ve Coğrafyasından bahsettiğini görünce ben de İskandinavya deyince aklıma ilk gelen şey olan İskadinavya'nın ölüm saçan savaşçılarından bahsedeyim dedim.


23 Temmuz 2010 Cuma

Barbar Conan'ın Vahşi Kılıcı!

Uzun zamandır ben ve primera espada gibi iki çizgi roman severin hiçbir çizgi roman hakkında bir yazı yazmaması ilginç olmuş. En iyisi ben başlatayım Conan ile.

Efendim öncelikle Conan dediğimiz bu barbar herif 1932'de-yanlış hatırlamıyorsam- Kimmerya'da doğmuştur. Annesi belli olmasa da babası Robert E. Howard'dır.

Conan karakteri Howard'ın günümüzden 3200 yıl kadar önce Hiboria olarak adlandırdığı bir çağda yaşamaktadır. Atlantis battıktan 8000 yıl sonraya dek hayatta kalmayı başarabilen Kimmer kavimindendir.

Yaşadığı çağda çok sayıda tanrı, büyücü, dev, şeytan, prens, kral ve krallıklar vardır. Conan'ın memleketi Kimmerya ise kıtanın kuzey batısında Vanaheim ile Asgard'ın güneyinde, Sınır Krallığı'nın kuzeyinde yer alır. Dağlarla çevrili bu arazi, kıtanın en seçkin ve güçlü savaşçılarının çıktığı yerdir.


Hiboria-ya da Hyboria- hakkında biraz bilgi vermek sanırım bu noktada iyi olacaktır. Yukarıda paylaştığım harita biraz yardımcı olacaktır. Hiç okumamış olanlar ilk başta zorlanabilirler çünkü Conan sanki biz de onunla aynı çağda yaşıyormuşuz gibi hikayenin başında hep şuradan ve şuradan geliyorum, yolda şuralara uğradım gibisinden bilgi verir. Temel olarak büyük harflerle yazılanlar eyaletleri, küçük harfler ise kentleri gösterir.

Conan'ı biraz da yaratıcısının ağzından tanımak ayrı bir zevktir:

"Hither came Conan, the Cimmerian, black-haired, sullen-eyed, sword in hand, a thief, a reaver, a slayer, with gigantic melancholies and gigantic mirth, to tread the jeweled thrones of the Earth under his sandalled feet."

Robert E. Howard, The Phoenix on the Sword, 1932

Mitolojik efsaneleri ve doğa üstü hikayeleri seven okuyuculara eğer okumadılarsa Conan'ı öneririm. Başka bir yazımda daha uzun yazacağım ve birkaç hikayesine değineceğim, hoşça kalın.

Kuzey Ülkeleri ve İskandinavya ya da hiçbir şey

Dünkü Vikingur-BJK maçının ardından uzun süredir kafamda var olan hayallerim geldi aklıma, önceleri gözlerden ve dünyadan uzak bir adaya yerleşip geçim sıkıntım olmadan yaşamak isterdim-tabi örnekler genellikle Fiji ya da Palau gibi adalardı- ama daha sonraları İzlanda'da volkan patladı ve aklıma kuzeydeki adaları soktu. Peki nedir onları ayrı kılan şey? Avrupa kıtasında sayılıyorlar, takımları-her ne kadar başarısız olsalar da- UEFA klasmanında yer alıyor; fakat gelin görün ki Avrupa'dan bir o kadar da farklılar. Yazıma geçmeden önce belirtmeliyim ki ne bir İskandinav ülkesine ne de kuzey ülkelerinden birine gittim, tüm bilgilerim 10-15 sayfa ansiklopedi sayfası ve 1-2 kitaptan ibaret. He bir de İsveçli bir tanıdığımla muhabbetimin artıkları...

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Blue Bird - Ikimono Gakari

 Bu sefer uzun uzadıya yazı filan yazmayacağım. Naruto takip etmesem de bu şarkıya öldüm bittim. O nasıl bir içten söyleme, melankoli hali. Aslında şarkı mavi bir kuşu, gökyüzüne doğru uçması için onu cesaretlendirmeyi anlatmakma, ama yani yorum ve müzik öyle içten ki insanı bunalıma bir yalnızlığa filan sürüklüyor. Bi dinleyin şu şarkıyı sözleri ve İngilizce çevirisi de var. Ama dikkat adamı "melankolik" yapabilir.

J-Rock - Abingdon Boys School

Bu aralar bu gruba sardım. İsimleri ve grup elemanlarının tuhaflığının aksine, yaptıkları müzik gayet güzel. Fakat bu dinleme ve tanıma safhası yeni olduğu için uzun uzun ansiklopedik bilgiler vermeden kısaca bu gruba ve müziklerine değineyim.








Зеркало ya da Ayna

Tatilden döndüğüm ve tekrardan deli gibi film izlemeye başladığım bu günlerde blogumuzu unutmadığımı hatırladım ve sizlerle bu aralar merak sardığım Tarkovski'nin filmlerinden biriyle, "Ayna" hakkında konuşmak istiyorum.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Başyapıt bir Anime : Cowboy Bebop

"I'm not going to there to die, I'm going to find out if I really alive."
Spike Spiegel


Şu yazdığım söz eğer Cowboy Bebop'u izlemediyseniz, size hiç bir şey ifade etmemekte fakat benim için çok derin anlamları olan bir laftı. Belki de tek cümleyle özetlemekte Cowboy Bebop'u. Gerçekten de daha önce yapmamız gereken şeyleri erteleyip, geçmişimizden sürekli kaçmak hiç bir şeyin çözümü olmadığı gibi kaçtığımız geçmişimiz bizi hiç bir zaman bırakmaz.

Cowboy Bebop'u izlerken hep bunları düşünmüştüm ama şimdi buraya düşüncelerimi spoilerla karışık yazıp izlememişlerin tadını kaçırmayı istemiyorum.

Bu yazımda size hayranı olduğum en sevdiğim anime (hatta en sevdiğim dizi vs da aynı zamanda) olan Cowboy Bebop'u tanıtacağım, hazırsanız başlıyorum.


5 Temmuz 2010 Pazartesi

Savaş&Ülke Yönetme Simülasyonu - Total War Serisi



Bilgisayar oyunlarını severim. Düşünsenize oyunlar, size gerçekte yapamayacağınız şeyleri gerçekleştirme fırsatı veriyor. Çok fazla kendinizi kaptırmadığınız sürece kesinlike oyun oynamanızı tavsiye ediyorum. Oyun oynamayı sevmeyen birisi için bile hayatın o içi boşluğunu sıkıcılığını bir nebze de olsa unutturmayı başarıyor oyunlar.

Bu yazımda Total War serisi hakkında daha çok genel bilgiler verip belki de bu seriyi hiç duymamış kişiler için fikir edindirmeye çalışacağım.

Daha sonraki yazılarımda da bu seriden en çok oynadığım 2 oyun hakkında Rome:Total War ve Medieval 2: Total War detaylı inceleme yazmayı düşünüyorum.

Belki de ilerleyen zamanda, oynadığım "campaign"leri sizlerle paylaşıp oyunda yaşadığım heyecanı bir nebze de olsa hissetirebilirim.

Hazırsanız başlıyorum.

4 Temmuz 2010 Pazar

Yola Çıkmak

Uzun ve yorucu-daha çok sıkıcı-bir yılın ardından tatil geldi. Kimileri için yılın yaşanmaya değer tek bölümü olan, kimisi-benim gibiler- için ise değişikliğin başlangıcı kabul edilen tatil...Aylardır bu günlerin gelmesini beklediğimden dolayı bu yılki tatilin benim için ayrı bir önemi var. Çok sevdiğim odamdan ve masamdan bile sıkılacak hale gelmiştim ve şimdi gidiyorum. Yol beni bekliyor saatlerce uzunluğunda sürecek olan. Kafamdakileri şimdilik bu masaya bırakıyorum, dönüşte alıp yazmaya devam edeceğim, görüşmek üzere.

2 Temmuz 2010 Cuma

2 Temmuz 1993 - Utancın Yıldönümü

Bugün 2 Temmuz, bundan tam 17 önce bugün, Sivas'ta Pir Sultan Abdal  Şenlikleri için Sivas'a gelen aydınlarımız, bir takım dinciler ve Orta Çağ zihniyetindeki insancıklar tarafından Madımak Otelinde diri diri yakılmış,
çıkan yangında aralarında önemli halk ozanlarımız, şairlerimiz, sanatçılarımızın da olduğu 35 insanımız can vermiştir. Ünlü yazar Aziz Nesin ise bu yangından şans eseri kurtulabilmiştir.



Psycho-1960

Sayko olarak dilimize girmeye başlamış olan bu Hitchcock filmi hakkında bir şeyler yazayım dedim.

S.S.S

Aslında bu SSS olayı tamamiyle insanın şizofrence kendisine başkaları soruyormuşcasına sorular sorup sonra bunları bir güzel cevaplaması, yani aslında bunları kimsenin sorduğu filan yok ama oldu da sorarsa diye böyle bir başlık açma gereği duydum.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Tatil geldi o değil de

Ne yazsam diye düşünüyordum, aslında tam olarak düşünmedim yani aklıma geldi ve herhangi bir yazı yazabileceğim-nasıl olsa çok okuyucumuzun olmadığı-kimseyi pek ilgilendirmediğimiz-kafamıza göre atıp tutabileceğimiz ve bunun kimseyi ilgilendiremeyebileceği geldi aklıma o yüzden yazıyorum bunları kahvemi içerken ve birkaç arkadaşımla konuşurken ama yine de aklıma takılıyor gerçekten kaç kişi okuyacak diye ama-yine ama- bu beni bile ilgilendirmiyor, bunun için bir sebep göremiyorum, mesele ilgilendirip ilgilendirmemesi değil çünkü anlaşılabilip anlaşılamayacağınızda, siz yazarsınız-ben de yazarım- karşı taraf anlamaz-hatta okumaz-dinlemez-görmez- yapamaz, kısaca hayat bunun üzerine kuruludur: anlaşılabilirsiniz ya da anlaşılamayıp suçlanırsınız, ahmak hatta salak ilan edilirsiniz, asosyal derler-ya da demezler- kendini ifade edemiyor derler/diyebiliyorlar ama yine de devam edersiniz anlatmaya; ihtiyacınız vardır kusmaya, beyninizi boşaltmaya, en azından ben bir yol buldum işte aklıma ne gelirse yazıyorum/yazacağım, aklıma kusan bir arkadaşım geldi baş harfi e, adam genelde sabahları olmak üzere genelde her gün kusuyordu, şimdi de ben onun gibiyim, beynim kusuyor ben yazıyorum, kulaklarım dinliyor, ben konuşmuyorum, ellerim hareket ediyor, ben izlemiyorum ve bunun gibi daha bir sürü şey; mühim olan yaptığım işin faydası değil ya da para almam veyahut yazmış/okutabilmişolmamsize formspring denen saçmalık gibi, mühim olan insanın kusabilmesi, karşınızdaki duvardan bile beter bir insan dahi olsa üzerine kusmanız, onu aydınlatmanız değil-kafasını karıştırmanız da değil, sizi anlamaması da- kusun yeter, isterse sizi iğrenç bulsun ya da öküzün trene baktığı gibi baksın siz ona anlatırken hiç önemli değil gerçekten de, amacınızı belli de edin aptallığına gülün karşınızdakinin, cahil oluşunu izleyin, göreceksiniz cahil dahi olsa sizden mutlu gülecektir size ve hayata-hatta dalgasını da geçecektir sizinle ben bilmiyorum da bir şey kaybetmiyorum diye, bırakınız geçsin/yapsın-bakın burada da sistemimizi oluşturan iktisadi/siyasi kapitalizmin sloganını kullandım, onlar anlamadılar bir tek E anladı-güldü-gülmekten yerlere yattı- ötekiler ise bize güldüler, anlamadılar, biz de cahilliklerine gülüyorlar sandık- yabancı dil değildi söylediklerim hepsi anadilimden fırlamışlardı suratlarına, orada yapışıp kaldılar ve hala ordalar görebiliyorum onları, etkileri suratlarından belirli oluyor ve hala anlamıyorlar beni/bizi daha doğrusu belki de ben anlatamıyorum uzun cümle(ler) kurarak, karar sizin.

Serge Gainsbourg üzerine

Size bu yazımda Rus asıllı Fransız müzisyen, yazar, yapımcı, fotoğrafçı, piyanis falan filan olan Serge'den bahsedeceğim. Hayatı yeteri kadar sıradan olsa da Serge yaşadığı dönemde oldukça farklı şeyler yapabilmiş/yapmış  biriydi. İlginizi çekerse Devamı aşağıda.

30 Haziran 2010 Çarşamba

"Gerçek Dostluğun" Tanımı - 1

 Dostluk; sabahın 4.30'unda uykusuz ve aç kalma pahasına kalkıp, okula gidip son bir kez güneşin doğuşunu orada, en değer verdiklerinle birlikte seyredebilmektir.

Primera Espada, 2010.




Bu kedileri tanımıyorum, konuyla
alakaları var diye koydum. Ayrıca
çok sevimliler kabul etmeliyim ki.

29 Haziran 2010 Salı

Spikerlik

Sanırım bu mesleği bilen çok az kişi var, gerçekten de. Bahsettiğim şey maç anlatımı. Oldukça basit gibi görünen ama gerçekten zor olan bir meslektir bu. Hızlı konuşma ve aktarma yeteneğinizin yüksek olması gerekir. Maalesef ki ülkemizde bu mesleği yeterlilikle yapabilecek kişi sayısı çok az, bu yazımda biraz bundan bahsedeceğim.

Tembellik - "Perezoso Primera"

Tembellik, belki de şu hayatta layıkıyla yaptığım şeylerden biridir. Öyle ya ne demiş Martin Luther King "Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Micheangelo'nun resim yaptığı Beethoven'ın beste yaptığı veya Shakespeare'in şiir yaptığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürülsün ki gökteki ve yerdeki herkes durup Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin."

İnternet Saati

Swatch adlı firmanın 1998'de (bana göre) sattığı saat sayısını arttırmak için saatlere koyduğu bir eklenti. İnternetin günümüzdeki gibi yaygın ve sık kullanılır olmadığı bir dönemi düşünecek olursak az da olsa ilgi çekmiş idi.

Tarih'ten Bir Sayfa


Tarih, kimimizin çok sevdiği ilgi duyduğu zevkli uğraş, kimimizin de köşe bucak kaçtığı nefret ettiği gereksiz bir bilgi yığını. İnsanlara tarih denildi mi genellikle bu iki şey kafalarında canlanır. (tabi bildiğimiz gün/ay/yıl şeklinde gösterileni saymazsak)

Nedir tarih, ne değildir ne olmadığını en azından bu sitede şu yandaki kitaptakilerden ibaret olmadığını ve olmayacağının garantisini verebilirim.


The Fountainhead



Türkçe'ye "Hayatın Kaynağı" adıyla çevrilen Ayn Rand romanı, antikolektivist bir manifesto. İki sene evvel bu zamanlarda okumuş olduğumu kütüphanemi düzenlerken hatırlayınca bir şeyler yazayım dedim. Nedir bu roman? Neden buraya yazmak istedim? Onu bu kadar önemli yapan nedir? Sadece bir roman mıdır içinde birkaç sevişme sahnesi geçen? Kısaca bunlara değineceğim.

Öncelikle Ayn Rand'dan başlayacağım. 1905 doğumlu Rus-Amerikan yazar, objektivizm adını verdiği sistemin kurucusu. En bilinen romanları The Fountainhead (1943) ve Atlas Shrugged'dır (1957).

Kitaba geçecek olursak, Howard Roark adlı kahramanın çabalayışıdır. Kitap Howard'ın ve arkadaşı Peter'ın üniversiteyi bitirmesiyle başlar. Aslında Howard, Peter'dan çok daha iyi bir mimardır, çok daha özgün ve yaratıcıdır. Peter ise hocalarının ve diğer mimarların etkisinde, korkak ve ünlü olmak isteyen bir mimardır. Çocukluktan beri arkadaş olan bu iki adamın yolları, yıllar ilerledikçe ayrılmaya başlamıştır. Peter kendine güzel bir kariyer hedeflerken Howard bildiğini okur, kimsenin dediklerine kulak asmaz ve üniversiteden uzaklaştırılır. Roman bu noktada başlar. Esasında sadece roman diyerek küçültmemek de lazımdır, nitekim salt bir roman değil, aynı zamanda ideal kahraman tipi yaratılarak okuyucuya sunulan bir manifestodur.

Sayfalar ilerledikçe Howard'ın, karşısına çıkan ve artarak devam eden onlarca sorunla nasıl baş ettiğini görürüz. Yeri geldiğinde para kazanmak, hayatta kalmak için en küçük projeleri bile alan, hatta inşaatta çalışan bir mimar oluverir. Ancak çizdikleri o kadar absurd'tür ki başta "medya", daha doğrusu o dönem için sadece gazeteler-ve özellikle Banner- adeta üstüne çullanır.

Amacım kitabın özetini okutmak değil de sadece tanıtmak olduğu için bu noktada romandaki olaylardan sıyrılıp manifesto niteliğini kazandırabilecek özelliklerine geliyorum. Objektivizm hakkında ilerleyen günlerde bir yazı daha yazacağım, şimdilik sadece kolektivizm-antikolektivizm çatışmasının üzerinde duralım.

Kitapta geçen dialoglarda yer yer üzerinde direkt olarak durulan bu iki kavram 30'lu ve 40'lı yıllarda Amerika'da ortaya çıkan bir tartışmadır. Kolektivizm bireyin değil, toplumun yararına olan şeyi olması gereken bulur, ona yatırım yapar. Bir şeyin estetik olması değil kullanışlı olması önemlidir. Antikolektivizm ise adından da anlaşıldığı üzere buna karşı çıkar, bireyi ön planda tutar. Birey toplumdan ve değer yargılarından sıyrılmalı, özgürleştirilmelidir.

Ayn Rand sıkı bir antikolektivisttir ve esasında Rusya'dan kaçmasının nedeni de budur. Amerika'ya giden gemiye binerken yeni bir hayata, sisteme ve hayallere adım atmıştır. Yaşamak istediği sisteme ailesinden ayrılma pahasına da olsa gitmiştir. Romanlarında da bu konuyu sıkça işler, daha doğrusu, zaten roman yazmasının da nedeni budur. The Fountainhead'i veya Atlas Shrugged'ı mühim yapan edebi yeterliliği değil felsefi dokundurmalarıdır. Kapitalizmin tek ideal olarak gösterildiği o yıllarda kapitalizme bir övgüdür. Aradan 67 yıl geçtikten sonra okumak da ayrı bir tat katıyor açıkçası.

Yazıma burada son verirken, yazın bir işi olmayıp kitap okumak isteyenlere bu kitabı öneririm.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Hakkımızda










Primera Espada

Gerçek İsim :
Bilen biliyor zaten o yüzden şimdilik gereksiz.
Yaş:
"Espada"ların yaşları yoktur!?!
Yaşadığı Yer: Türkiye Hueco Mundo
Meslek: Valla lisede sürünüyorduk yakın zamana kadar, artık o bitti hayırlısıyla üniversite başlayacak artık. (mı?) Ama bu blog için konuşuyorsak yazarlık&editörlük.
Sevdikleri:
Anime/manga , tarih, sinema, spor, internet, ailem, arkadaşlarım, pc oyunları, müzik, sohbet, muhabbet, ekşi sözlük, çeviri yapmak, kendo vs.
Sevmedikleri: Klasik işte yalan, kibir, gereksiz/faydasız insanlar, 3. sınıf Türk dizileri, sabah programları, kendini bir bok sanan şebekler vs.
İletişim:
Mail: hipernova41@gmail.com MSN: dirknowitzki__41@hotmail.com (50 kız garantili MSN adresi, kişisel MSN adresi gereksiz şeyler için eklemezseniz sevinirim.)

Hakkımda:
Hakkımda yazacak ilgi çekici bir şey maalesef pek yok. Zaten bu blogu hayat hikayemi yazmak için açmadım. (oha yalana bak, kişisel blog deyip gayet kişisel olan kendim hakkında bilgi vermek istemiyorum) Aklıma doğru dürüst bir şey gelmedi gelirse güncellerim burayı olur biter ;)

------------------------------------------------------------------------------------------------------


Pugnax

Arkadaşlarımız kendisine ulaşamadığından (söylediklerine göre telefonu kapsama alanı dışındaymış) dolayı kendisi hakkında herhangi bir bilgi veremiyoruz. (Evet itiraf ediyorum aslında Pugnax nickiyle yazan da benim kalabalık gözüküp okuyucunun ilgisini çekmek için 2 tane hesap aldım öhm pardon yanlış oldu) En yakın zamanda kendisiyle irtibat kurup bilgi vermek isterse kişisel bilgilerini sitede yayınlayacağız. (En kirli çamaşırlarını hemi de nihahaha :P)

Gitmek

Gitmek... Bazen bir amaç uğruna, bazen eğlenmek için, bazen hayata ara vermek için... Nedeni her ne olursa olsun-olmayadabilir- insanı hayata bağlayan etkenlerden biri. Gezmek, eğlenmek, öğrenmek, fotoğraf çekmek, insanlarla konuşmak... hepsi güzel ve bir o kadar gerekli. Kışı küfrederek geçiren bünyeler için ise olmazsa olmazdır. Gittiğin yer, gördüklerin, konuştukların, hepsi sana bir şeyler daha katar. Değişimin özü olan hayat değiştirilmeye de mahkumdur.

Tatilin geldiği bu günlerde bol bol gezmenizi öneririm. Gezilerin para sorununa bağlanarak geçiştirildiği ülkemizde bu kültürün oluşması için uzun zaman geçecektir muhtemelen. Ama yine de gezmeye devam. Yolunuz açık olsun.

Haydi Hayırlısı...

Evettt, yaz gelmiş, havalar sıcak, ve biz sıkılıp patlarken, birden aklıma ne zamandır hayata geçirmek istediğim blog projesi geldi. bunu arkadaşımla (pugnax) daha önce de konuşmuştuk yaz gelsin yaparız falan diye, bu blog işi aklıma geldiğinde kendisiyle konuştum ve kendisi "aç beraber yazarız." dedi ve şimdi karşınızdayız.

Öncelikle söylemeliyim ki blog yönetme işinde ikimiz de biraz tecrübesiziz. Bu blog işlerinden bilhassa da HTML işlerinden anlayan insanların yardımına ihtiyacımız var. Hani yardım etmeseler bile internette falan bununla ilgili yol gösteren yerler söyleseler kafi.

Bu duyurudan sonra burada ne bulacağınızdan bahsedeyim. Bunun cevabını açıkçası ben de bilmiyorum, burası malum kişisel bir blog olacak, ikimiz de serbest olarak iyi bildiğimiz, ilgi duyduğumuz konular hakkında gelişi güzel yazacağız. Spor olur, tarih olur, müzik olur, sinema olur, deneme olur, bireysel konular olur, olur oğlu olur... Olmayacakları da söyleyeyim, 3. sınıf içi boş tartışmalar, herkesin yazdığı birbirinin aynısı konular, klişe dolu sözler vs. vs.

Son olarak yola her ne kadar 2 kişi başlasak da aramıza katılmak isteyenlere kapımız açık. Her türlü soru ve görüşlerinize de açığız.

Son olarak Espada ve Pugnax ne demek diye sorarsanız;

Espada: İspanyolcada kılıç anlamına gelmektedir.

Pugnax: Latincede kavgaya düşkün demektir.