29 Haziran 2010 Salı

The Fountainhead



Türkçe'ye "Hayatın Kaynağı" adıyla çevrilen Ayn Rand romanı, antikolektivist bir manifesto. İki sene evvel bu zamanlarda okumuş olduğumu kütüphanemi düzenlerken hatırlayınca bir şeyler yazayım dedim. Nedir bu roman? Neden buraya yazmak istedim? Onu bu kadar önemli yapan nedir? Sadece bir roman mıdır içinde birkaç sevişme sahnesi geçen? Kısaca bunlara değineceğim.

Öncelikle Ayn Rand'dan başlayacağım. 1905 doğumlu Rus-Amerikan yazar, objektivizm adını verdiği sistemin kurucusu. En bilinen romanları The Fountainhead (1943) ve Atlas Shrugged'dır (1957).

Kitaba geçecek olursak, Howard Roark adlı kahramanın çabalayışıdır. Kitap Howard'ın ve arkadaşı Peter'ın üniversiteyi bitirmesiyle başlar. Aslında Howard, Peter'dan çok daha iyi bir mimardır, çok daha özgün ve yaratıcıdır. Peter ise hocalarının ve diğer mimarların etkisinde, korkak ve ünlü olmak isteyen bir mimardır. Çocukluktan beri arkadaş olan bu iki adamın yolları, yıllar ilerledikçe ayrılmaya başlamıştır. Peter kendine güzel bir kariyer hedeflerken Howard bildiğini okur, kimsenin dediklerine kulak asmaz ve üniversiteden uzaklaştırılır. Roman bu noktada başlar. Esasında sadece roman diyerek küçültmemek de lazımdır, nitekim salt bir roman değil, aynı zamanda ideal kahraman tipi yaratılarak okuyucuya sunulan bir manifestodur.

Sayfalar ilerledikçe Howard'ın, karşısına çıkan ve artarak devam eden onlarca sorunla nasıl baş ettiğini görürüz. Yeri geldiğinde para kazanmak, hayatta kalmak için en küçük projeleri bile alan, hatta inşaatta çalışan bir mimar oluverir. Ancak çizdikleri o kadar absurd'tür ki başta "medya", daha doğrusu o dönem için sadece gazeteler-ve özellikle Banner- adeta üstüne çullanır.

Amacım kitabın özetini okutmak değil de sadece tanıtmak olduğu için bu noktada romandaki olaylardan sıyrılıp manifesto niteliğini kazandırabilecek özelliklerine geliyorum. Objektivizm hakkında ilerleyen günlerde bir yazı daha yazacağım, şimdilik sadece kolektivizm-antikolektivizm çatışmasının üzerinde duralım.

Kitapta geçen dialoglarda yer yer üzerinde direkt olarak durulan bu iki kavram 30'lu ve 40'lı yıllarda Amerika'da ortaya çıkan bir tartışmadır. Kolektivizm bireyin değil, toplumun yararına olan şeyi olması gereken bulur, ona yatırım yapar. Bir şeyin estetik olması değil kullanışlı olması önemlidir. Antikolektivizm ise adından da anlaşıldığı üzere buna karşı çıkar, bireyi ön planda tutar. Birey toplumdan ve değer yargılarından sıyrılmalı, özgürleştirilmelidir.

Ayn Rand sıkı bir antikolektivisttir ve esasında Rusya'dan kaçmasının nedeni de budur. Amerika'ya giden gemiye binerken yeni bir hayata, sisteme ve hayallere adım atmıştır. Yaşamak istediği sisteme ailesinden ayrılma pahasına da olsa gitmiştir. Romanlarında da bu konuyu sıkça işler, daha doğrusu, zaten roman yazmasının da nedeni budur. The Fountainhead'i veya Atlas Shrugged'ı mühim yapan edebi yeterliliği değil felsefi dokundurmalarıdır. Kapitalizmin tek ideal olarak gösterildiği o yıllarda kapitalizme bir övgüdür. Aradan 67 yıl geçtikten sonra okumak da ayrı bir tat katıyor açıkçası.

Yazıma burada son verirken, yazın bir işi olmayıp kitap okumak isteyenlere bu kitabı öneririm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder